21 Ağustos 2012 Salı

boyalı kuş


30 küsür yıl sonra mezun olduğum ilkokulun kapısındaydım. insan aklını ve kalbini nereye koyacağını bilemiyor.

fikir kardeşim bilgin'den çıktı. abla, dedi. hani sizin okulun bahçesine diktiğiniz çamlar vardı ya, seninki galiba kesilmemiş duruyor.

okulun önünde dikiliyorum ama sıralarında oturduğum, bahçesinde toz toprak koşturduğum yapıyı bir türlü gözümün önüne getiremiyorum.

bina, bina, bina... bir sürü binaya bakarken, artık koca birer ağaç olmuş çamlara dalıp gitmişken görüntüler de birer birer çıkıp geliyorlar.

yola paralel dikdörtgen bina, alabildiğine büyük bahçe, bahçenin en sonundaki tarım uygulama bahçesi. dördüncü sınıftayken bahçenin hem sağ, hem de sol tarafına uygulama bahçesine kadar diktiğimiz çam fidanları.

diplomamı alırken o sene birinci sınıfa başlayan kardeşlerime emanet etmiştim benim çamın bakımını.

ilk uygulama bahçesi talan edilmişti. oraya kız meslek lisesi yapıldı.

şimdi ise üç bina daha var o bahçede. ilk bina, kömürlük merdivenlerine akasyalardan pervaneler uçurduğum o güzel okul yıkılıp gideli çok olmuş. devlet politikası en az üç çocuk olunca bizim okul da iki bina daha doğurmuş :)

çamlar... benimki hangisiydi, hatırlayamadık. altıncı mı yedinci mi.. kesilmekten kurtulan yedi sekiz ağaç. büyüyüp bugünlere erişmiş.

bu mavi boyalı kapı da yoktu tabii... biz alçak duvarlar üstünden hayata bakardık. şimdi hapishane gibi yükseliyor bahçe dedikleri bir avuç nefes alma yerini kafesleyen duvarlar. iki boyalı kuş sevimli kılar mı cezaevlerini?

12 Ağustos 2012 Pazar

nanik

gündüz vakti hava karardı. çocuk seslerinin kesilmesine "hayırdır" çekerek pencerenin önüne dikildim. (hayırdır, çekiyorsam var bir nedeni:tık!) rüzgâr dört koldan saldırıyor, yağmur indi inecek.

"hehehehe, veletler nasıl da kayboldular ama" diye gülerken lafım ağzımda kaldı;beş altı çocuk, en küçüğü dört yaşlarında olsa gerek, ellerinde açılmış koli kartonlarıyla kamelyaya gelip itişmeye, kikirdemeye başladılar. (heyhat! ben kimim ki çocuklarla aşık atabileyim?)

coşan rüzgâra şık bir nanik;kartonlarını kalkan yaptılar. şimşekler çaktı. gökgürültüsüyle toz bulutları gibi yağmur savrulmaya başladı. çocuklar kartonlarının altına büzüldüler. öyle çok gürledi ki gök, sörfçülerin dalgaları gibi öyle kabardı ki yağmur, çocuklar bağrışmaya başladılar. hatta bir ara bir tanesi -ihtimal en küçükleri-ağladı.

rüzgâr elinden geleni ardına komadı. üst katların balkonlarındaki çiçek saksılarını, tabaklarını, daha dün benimle dalga geçen saksağanı önüne katıp parktaki kaydırağa çarptı attı.

yarim ortalık şimşeklerle ışıklanıp, gökgürültüsüyle kararırken pencereye yapışmış halime kızdı; ben de onun evhamına... pencere önünde yağmuru seyreden beni mi bulacaktı sanki yıldırım? başını gösterdi, parmaklarıyla saydırmaya başladı; beş, on, onbeş... evet, dedim, aklım onbeş yaşında!

koltuğu pencere önüne çekip az geriden gözümü diktim parka, kamelyaya, tipi gibi yağan yağmura. çocuklar donlarına kadar ıslandılar, giderek hamurlaşan eriyik kartonlara ihtiyaçları kalmadı sonunda.

bir tanesi olan oldu artık diye mi, yağmura inat mı bilinmez kaydırağa çıktı, keyifle saldı kendini aşağıya. iç ses "afferin, yağmura şık bir nanik, sevdim seni çocuk."

sonra sonra aralandı gökyüzü. meğer hayatın da bugün nanik yapası varmış. her akşam ışıklarına bakarak avunduğum taaa karşıdaki evlerden biri alevler içindeydi. beni bulmaz dediğim yıldırım gitti, hayatlarına bir ışık olarak baktığım damı buldu.

siren sesleri arasında çocuklar evlerine, ben kedere... karşılıklı dağıldık.

11 Ağustos 2012 Cumartesi

yalnızlık salıncağı

yalnız sandallar, içine mektup yazılıp denize fırlatılmış şişeler gibidir.

"bu mesajı bulan beni arasın" der gibi. bulan da "aldım kabul ettim" der ve o da fırlatır denize.

yalnızlık dediğin bizden sandala, sandaldan denize, denizden bize... salınır durur.

10 Ağustos 2012 Cuma

pişşşt, pişşşşt, baksana!

sabah daha evden çıkmadan sesini duymuştum aslında. bana değildir zahir, gece sulanan ıslak çimlere serinlemeye geliyorlar, deyip üstüme alınmadıydım.

hızlı adımlarla yürürken -malum servis beklemez; beklenir!- pişşşt, pişşşt, dedi bana.

allah allah, deyip bakındım etrafıma; bir kez daha pişşşşt, pişşşşt baksana, diyen bir ses.

seni şakacı, diye aranırken gencecik zeytin ağacının dallarında aşağı yukarı çırpındığını gördüm. göz göze gelmeye çalıştım, olmadı. kuyruğunu titrete titrete ciiiik, cııırklayan bir saksağan.

ciiiiiiik, cıııırrrk, diyormuş zaten. yanlış duymuşum. beni kollarına alan sabah rüyasına çemkirmeye niyetliydim, ama omuzlarını silkip zeytin dallarına kaçtı o da.